17 Nisan 2008 Perşembe

Beyazperde ve Hayvanlar Alemi

Kimi zaman doğal dengesi ile herkesi kendisine hayran bırakan bir rüya mekanı, kimi zamansa vahşi içgüdülerin hüküm sürdüğü bir kaos ortamı… Farklı film türlerinde nasıl temsil edilirse edilsin hayvanlar aleminin hala daha beyazperdenin önde gelen ilham kaynaklarından biri olduğu inkar edilemez bir gerçek. O zaman gelin, bizler de geçtiğimiz haftalarda gösterime giren “Arkadaşım Tilki” ve bu hafta vizyon salonlarında izleyeceğimiz belgesel film “Aşıklar”dan ilham alarak hayvanlar aleminin farklı film türlerinde hangi çehrelere büründüğüne ve günümüz belgesellerinin hayvanlar alemine bakışına kısaca bir göz atalım.

Belgesel Türünde Hayvanlar Alemi
Birçok farklı konuda dokümanter imaj toplayan ve bu imajları sinemasal bir anlatının içine yerleştiren belgesel türünün, Lumiere Kardeşler’in bir trenin gelişini ve fabrikadan çıkan işçileri kaydettikleri ilk sinema filmleriyle ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Hayvanlar aleminin belgesel türüne girişininse yirminci yüzyılın başlarında uzak ülkeler ve farklı kültürler hakkında bilgi veren seyahat filmleriyle gerçekleştiğini varsaymak mümkün. Ancak şüphesiz, sinema tarihinin ilk yıllarında çekilen belgesel filmlerin çoğunun “Berlin, Symphony of a City” ve “Man with the Movie Camera” gibi doğal yaşamdan çok yeni yeni oturmaya başlayan şehir hayatı ile ilgilendiğini de itiraf etmek gerek. Bu nedenle hayvanlar alemini odak noktası haline getiren çoğu profesyonel doğa belgeselinin ilerleyen yıllarda İngiliz televizyon kanalı BBC’nin önderliğinde çekildiğini söyleyebiliriz. “Çayırın Sakinleri,” “Kuşlar Kanatlı Uygarlık,” “Beyaz Gezegen” ve “İmparatorun Yolculuğu” gibi son on yılın popüler belgesel filmlerinin temelinde de doğanın en ‘doğal’ haliyle gözler önüne serildiği bu BBC belgeselleri var belki de.

Diğer yandan son yıllarda vizyon salonlarında rastladığımız bu belgesellerle klasik doğa belgeselleri arasında belirgin de bir fark var aslında. Örneğin; klasik doğa belgeselleri doğaya müdahale etmeden, sadece uzaktan gözlemleyen bir ‘dış göz’ kimliği üstlenirken, günümüzde çekilen doğa belgeselleri gözlemlenen imajı neredeyse kurmaca bir hikayenin içine yerleştirmeyi tercih ediyorlar. Belgesel türünün tarafsız bir bakış açısına sahip olup olamayacağının tartışıldığı bugünlerde, doğa belgeselleri de tarafsızlıklarını bir kenara bırakıp, doğal hayatı tüm saflığıyla ortaya koymak yerine hayvanlara birer film karakteri olarak yaklaşmaktan yanalar belki de. Nitekim bu yaklaşım günümüz belgesel kültürünün insan-hayvan dostluğuna odaklanan bambaşka bir sinema geleneği tarafından doğrudan etkilendiğinin de açık bir göstergesi.

Uygar Dünyanın Uygar Hayvanları
Edebiyat tarihinde fabl'larla başlayan hayvanlara insan özellikleri atfetme geleneğinin sinemaya Disney animasyonlarıyla yayıldığını öne sürebiliriz. “Uçan Fil Dumbo,” “Bambi,” “Mickey Mouse” ve diğer Disney karakterleri o dönemlerde insan uygarlığıyla hayvanlar alemi arasındaki sınırı görünmez kılarken bir yandan da hayvanları birer film yıldızına dönüştüren sinema geleneğinin temellerini atıyorlardı belki de. 1940’lı yıllarda beyazperdeye yansıyan, ardından da kült bir televizyon dizisi karakterine dönüşen kahraman köpek Lassie, bu geleneğin en popüler örneklerinden biriydi.
Sonraki yıllarda sinemaseverlerin kalbini fetheden “Flipper,” “Black Beauty,” “101 Dalmaçyalı,” “Özgür Willy,” “Dr. Dolittle” ve “Beethoven” gibi filmlerin en can alıcı noktaları da vahşi içgüdülerini dizginleyip, ‘insanlaşmış’ hayvanlara birer başrol oyuncusu kimliği kazandırmalarıydı. Polis-köpek dostluğuna odaklanan “K–9” ve “Turner & Hooch” gibi popüler yapımlarda ise James Belushi ve Tom Hanks ile beraber rol alan hayvanların en az karşılarındaki profesyonel aktörler kadar iyi rol kesebilmeleri bu filmleri unutulmaz yapıyordu. Bütün bu çabalar sonucunda günümüze gelindiğinde hayvanlar bakışları ve beden dilleriyle kendilerine ait öyküler yazabilen birer başkaraktere dönüştüler.

Uygarlığı Tehdit Eden Hayvanlar
Diğer yandan sizin de bildiğiniz gibi hayvan karakterlerin başrole soyundukları filmler sadece ailelere yönelik komedi, macera ve dram türleriyle sınırlı değil. Korku ve bilimkurgu sinemasının sık sık uygarlığı tehdit eden canavarımsı varlıklar olarak tasvir ettiği hayvanlar, bu tür yapımlarda aile filmlerindeki dostane imajlarından sıyrılıp, yeryüzüne kargaşa ve yıkım getiren birer kötü karaktere dönüşüyorlar. Örümceklerden arılara, piranalardan yarasalara hemen hemen tüm hayvan türlerini birer tehdit unsuru olarak gösteren bu tür filmler, hayvanların sinema dünyasındaki şeytani imajlarını güçlendirmeye yardımcı oluyorlar.
İnsanların içlerindeki sahipsiz güdülere kulak vererek hayvana dönüşmeleri; hayvan türlerinin medeniyete başkaldırıp, şehirleri istila etmeleri ya da hayvana benzeyen uzaylı yaratıkların dünyaya dehşet saçmaları gibi temalarla korku ve bilimkurgu sinemasına konu edilen hayvanlar hep ‘öteki’ konumuna yerleştiriliyorlar. Sinema tarihinde King Kong’un ve Alfred Hitchock’un unutulmaz klasiği “Kuşlar”ın başını çektiği bu tehditkar ötekilerin, aynı zamanda en az iyi kalpli türdeşleri kadar meşhur birer film yıldızı oldukları da aşikar. Steven Spielberg’in efsanevi filmi “Jaws”ın yıldızının hala daha Amerika’daki Universal Stüdyoları’nda ünlü bir film yıldızı gibi turistleri karşılaması bu şöhretin en belirgin kanıtı.
Vahşi Doğanın Film Yıldızları
Bugünün popüler doğa belgesellerinin de tıpkı diğer film türleri gibi hayvanları birer film yıldızına dönüştürme çabasına soyunduklarını söyleyebiliriz aslında. İzleyenlerin duygularına yön veren müzik kullanımları, yakın plan çekimleri ve montaj teknikleriyle kurgusal sinema dilinin tüm özelliklerini kullanan yeni dönem doğa belgeselleri artık hayvanların kişisel hikayelerine bir gözlemci ya da bilim adamı disipliniyle yaklaşmıyorlar. Hayvanlar aleminin doğal dengesini imrenilip, örnek alınması gereken bir huzur kaynağı olarak gösteren bu filmler aynı zamanda günümüzde hayli popüler olan ‘doğaya ve doğal olana geri dönüş’ akımının da birer temsilcisi haline geliyorlar.
Belli başlı mesajları iletmek için tarafsızlıklarını bir kenara bırakan belgeselciler, topladıkları ‘dokümanter imajları’ eğitici olmaktan öte duygusal, etkileyici ve şiirsel yapımlara imza atmak için kullanıyorlar belki de. Böylelikle doğanın zorlu şartlarında hayatta kalmaya ve içgüdülerinden aldıkları komutlarla geleneksel yaşayışlarını devam ettirmeye çalışan sahici hayvanları da kurmaca filmlere konu olan türdeşleri gibi sevilen, hayran olunan birer film yıldızına dönüştürüyorlar. Ali Ercivan’ın “Neşeli Dalgalar” kritiğinde de belirttiği gibi “İmparatorun Yolculuğu”nun ardından büyük şöhrete kavuşan penguenlerin sinema camiasının ilgi odağı haline gelmeleri, günümüz doğa belgesellerinin hayvanlar aleminden film yıldızları ürettiğinin en güzel örneği olsa gerek.

Hiç yorum yok: