4 Nisan 2008 Cuma

Levent Kırca'dan Recep İvedik yorumu

Levent Kırca'dan Recep İvedik yorumu
Ünlü tiyatrocu Levent Kırca, son yıllarda çekilen komedi filmlerinin yüzde 90'ının Recep İvedik tarzında olduğunu ifade ederek, "Bizim insanımızın önüne iyi alternatifi koyduğun zaman onu tercih eder. Ama sosyal içerikli mizahın yapılmadığı yerde mizah bu tarzda ortaya çıkar. Sadece Recep İvedik'e yüklenmek haksızlıktır" dedi.

Anadolu turnesi kapsamında Balıkesir'in Bandırma ilçesinde, Aziz Nesin'in eseri olan "Toros Canavarı" isimli tiyatro oyununu sergileyen Levent Kırca, seyircilerden büyük ilgi gördü. Oyun öncesinde İHA'ya özel röportaj veren Levent Kırca, son zamanlarda vizyona giren komedi filmlerini değerlendirdi. Son yıllarda Türk sinemasında yapılan komedi filmlerinin büyük kısmının Recep İvedik tarzında olduğunu ifade eden Kırca, sadece Recep İvedik filmini eleştirmenin haksızlık olduğunu söyledi. Sosyal içerikli mizah yapılmadığı zaman mizahın başka şekilde kendisini gösterdiğini belirten Kırca, "Mesele Recep İvedik meselesi değil. Pazara gidiyorsun elma var, armut var, her şey var. Elmanın iyisi var, kötüsü var. Hakiki Amasya elması var, vasatı var. Eğer vatandaş kötüyü alıyorsa iyisi varken, o zaman bırak onların sorunu. Ama bizim insanımızın önüne iyi alternatif koyduğun zaman iyiyi bilir. Sen sosyal içerikli komediyi yasaklayacaksın, Nasrettin Hoca ülkesinde o mizahı yasaklayacaksın, sen mizahı gölgeleyeceksin, üstünü örteceksin o zaman böyle mizah çıkar, bu tarafından çıkar mizah. Ben buna kötü demiyorum, bu olmasın demiyorum. Ama sen bir yere ser bunları; iyisi de olsun, orta kararı da olsun, kötüsü de olsun. Sen iyiyi verdin de bu halk almadı mı bunu. Mesele Recep İvedik'e yüklenme meselesi değil. Bu da politikasızlıktan kaynaklanıyor. Recep İvedik'e gelinceye kadar komedi adına yapılan filmlerin yüzde 90'ı Recep İvedik. 30 film koyalım 25 tanesi Recep İvedik. Niye Recep İvedik'e yükleniyoruz o zaman" dedi.

Eski eşi Oya Başar'ın oynadığı komedi dizisini çok beğendiğini dile getiren Levent Kırca, "Oya Başar başladı diziye. Ratingleri takip ettim, ilk bölümünde ikinci olmuş. Bende seyrettim, güzeldi, çok mutlu oldum. Neden ikinci olmuş, kaliteli bir şey yok, komedi yok. Güzel bir şey yaptığın zaman seyirci hemen oturup izliyor, değerini veriyor" diye konuştu.

Genç komedyenlere tevazu sahibi olmaları tavsiyesinde bulunan Kırca, "Genç komedyenlerin bir an önce olgunlaşmalarını, yaşlanmalarını diliyorum. Gençken başarılarını ömürlerinin sonuna kadar sürdürmelerini diliyorum. Allah hepsine, bütün şöhretlere sağduyu, tevazu nasip etsin. Hepimize insanlık nasip eylesin, adam olmak nasip eylesin. Herkes şöhret olabilir ama adam olamaz. Allah hepimize adamlık nasip etsin" şeklinde konuştu.

Levent Kırca, para bulduğu zaman kendi sinema filmini çekeceğini belirterek, kısa zaman içerisinde bir televizyon kanalı için evde geçen bir aile komedisi dizisi yapacaklarını sözlerine ekledi.

http://www.maksimum.com/sinema/haber/27/163761.php

Yüzyılın unutulmaz aşkları

Yüzyılın unutulmaz aşkları

Aşk insanın başına gelebilecek en muhteşem duygu. Evrendeki tüm varlıklara 'aşk'la bakabilmek de. "Aşk" beyaz perdenin de en çok işlenilen temalarından. Sinemanın o büyülü perdesine yansıyan aşklar hafızalarımızda hiç silinmedi. İşte onlar:İşte beyaz perdeye yansıyan en çarpıcı öyküler..



KLASİK AŞKLAR
Casablanca (1942) Yönetmen: Michael Curtis. Oyuncular: Grace Kelly, Humprey Bogart Savaş zamanında Casablanca'da bir klüp işleten Rick, eski aşkı Ilsa'yla karşılaşınca hayatı altüst olur...

Dr. Zhivago (1965): Yönetmen: David Lean. Oyuncular: Omar Sharif, Julie Christie Doktor Zhivago evlenir ve bir aile kurar ancak mutluluğu 1. Dünya Savaşı ve Rus İhtilali ile kesintiye uğrayacaktır...

Rüzgar Gibi Geçti (1939) Yönetmen: Victor Fleming. Oyuncular: Clark Gable, Vivien Leigh İç Savaş zamanında Amerika... İnatçı Scarlet O'Hara ile Rhett Butler'ın çatışmalı ilişkileri, aslında ateşli bir aşkın başlangıcıdır...

AĞLATAN AŞKLAR
Aşk Hikayesi (1970 ) Yönetmen: Arthur Hiller Oyuncular: Ryan O'Neal, Ali McGraw Üniversite yıllarında tanışıp aşık olan iki genç, önce aileleriyle, sonra da amansız bir hastalıkla mücadele etmek zorunda kalırlar...

Genç Ölmek (1991) Yönetmen: Joel Schumacher Oyuncular: Julia Roberts, Campbell Scott Kan kanseri olan Victor'la, hemşiresi Hillary'nin umubsuz aşkı...

New York'ta Bir Sonbahar (2000) Yönetmen: Joan Chen Oyuncular: Richard Gere, Winona Ryder Çapkın ve uslanmaz Will, genç Charlotte'a aşık olunca hayatı değişir ancak Charlotte hastadır...

ÇAĞDAŞ AŞK ÖYKÜLERİ
Özel Bir Kadın (1990) Yönetmen: Garry Marshall Oyuncular: Richard Gere, Julia Roberts. Zengin bir işadamı, sokaktan aldığı bir telekıza aşık olur...

Aşk Engel Tanımaz (1999) Yönetmen: Roger Michell Oyuncular: Julia Roberts, Hugh Grant Dünyanın en ünlü sinema oyuncularından biri olan Anna Scott, bir kitapçıya aşık olursa ne olur?

YASAK AŞKLAR
İnsanlar Yaşadıkça (1953) Yönetmen: Fred Zinnemann Oyuncular: Burt Lancester, Deborah Kerr 2.Dünya Savaşı sırasında Çavuş Milton ile Kaptan Prewitt'in karısı Karen arasında bir aşk doğar...

Anna Karenina (1948) Yönetmen: Julien Duvivier Oyuncular: Vivien Leigh, Ralph Richardson Anna Karenina evlidir ve bir çocuğu vardır. Ancak Vronsky'ye aşık olunca düzeni bozulacaktır... ancesca evlidir...

Titanic (1997) Yönetmen: James Cameron Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Kate Winslet Titanic, Jake ile Rose'un aşklarının doğduğu gemidir...

İMKANSIZ AŞKLAR
Ghost - Hayalet (1990) Yönetmen: Jerry Zucker Oyuncular: Demi Moore, Patrick Swayze Sam'in hayaleti, eşi Molly'yi tehlikelerden kurtarıp ve ilahi adaletin yerini bulmasını sağlamadan dünyadan ayrılmayacaktır. Bir medyum vasıtasıyla Molly’ye ulaşmayı başarır ve görevini yerine getirir.


http://www.sinemahaber.com/goster.asp?id=1560

11:14

11:14



Yönetmen: Greg Marcks
Senaryo: Greg Marcks
Yapım: 2003 Amerika/Kanada Yapımı, 86 dakika
Türü: Dram- Gerilim-Suç

Oyuncular-Karakterler
==================
Henry Thomas ....Jack
Blake Heron ....Aaron
Barbara Hershey ....Norma
Clark Gregg ....Officer Hannagan
Hilary Swank ....Buzzy


Bu güne kadar izlemediğim için kendime kızdığım ve izleyince hayran kaldığım harika bir yapım.
Özellikle filmin kapanış jeneriği noktayı koyarcasına sizi bir kez daha mest ediyor.

Saat 11.14'de meydana gelen bir trafik kazası ve ardından gelişen ilginç olaylar.
Filmin en can alıcı noktası öyküyü Memento gibi sondan başa doğru anlatması.

Filmde kimse masum değil. Herkes bir şekilde suçlu ve bu yaptıklarından ötürü adeta kelebek etkisi gibi birbirlerin hayatlarına etki ediyorlar.
Özellikle filmin kurgusu tam anlamı ile taktire şayan.
Olağanüstü bir ve zekice kurgu edilmiş bir yapım.
İzlerken büyük zevk alıyorsunuz ve hayatımızda en ufak bir oalyın bile bizleri nerelere taşıyacağını ister istemez düşünüyorsunuz.
Mutlaka izleyin ve izlettirin.
Film DVD ve VCD olarak satılmaktadır.


Yıldız Tozu (Stardust)

Yıldız Tozu (Stardust)




Yönetmen: Matthew Vaughn
Senaryo: Jane Goldman , Matthew Vaughn , Neil Gaiman (Kitap)
Görüntü Yönetmeni: Peter Deming
Yapım: 2007, İngiltere / ABD , 128 dk.
Tür: Dram, Fantastik, Aksiyon, Romantik

Oyuncular-Karakterler
===================
Charlie Cox .... Tristan
Ian McKellen .... Narrator (voice)
Balthazar Getty .... Peter Raymond Dayton
Robert De Niro .... Captain Shakespeare

Konu: Sevdiği kadının aşkını kazanabilmek uğruna bir erkeğin yapabileceklerinin defalarca sınandığı hikayelere yeni bir örnek de, Matthew Vaughn'un son filmi Yıldız Tozu ile geliyor.
Tristran, aşkının kalbini kazanabilmek için onun için kayan bir yıldızı yakalayacağına söz verir. Ama sevgilisi Yvaine ile çıktıkları bu yolda, korsanlar ve cadılarla dolu büyük tehlikeler onları beklemektedir.
Usta oyuncu Robert De Niro'nun acımasız bir korsan rolü ile Kaptan Shekespaere olarak karşımıza çıkacağı film, Michelle Pfeiffer, Claire Danes gibi önemli isimleri de barındırıyor.

Yorumum

Neil Gaiman uyarlaması olduğu için azimle izlemek sitediğim ve sonunda başardığım çok sıcak ve güzel bir film.
Gerçi ben daha çok fantastik öğeler beklerken bunun yanında komedi ve romatiklikte serpiştirilmiş harika bir peri masalı çıktı karşıma.
Özellikle Robert De Niro mükemmel. Ve o korsan tayfasının gaza gelişi harika.
Zira şu an bile aklıma geldiği anda gülmeme neden olan sahnelere imza attılar.
Aşk konusunada değinmiş ve bunu harika bir şekilde fantastik öğelerle bir peri masalı şeklinde bizlere sunmuş bir film ortaya çıkmış.
Öyle aman aman bir sernaryoya sahip değil belki ama film bitince içinizde tatlı bir sıcaklık ve yüzünüzde güzel bir tebessüm bırakacak kadar sıcak ve güzel bir film.

The Mist (Öldüren Sis)

The Mist (Öldüren Sis)



Yönetmen: Frank Darabont
Senaryo: Frank Darabont , Stephen King (Kitap)
Görüntü Yönetmeni: Ward Russell
Yapım: 2007, ABD , 127 dk.
Tür: Korku / Bilim Kurgu / Fantastik


Oyuncular-Karakterler
==============
Thomas Jane ....David Drayton
Marcia Gay Harden ....Mrs. Carmody
Laurie Holden ....[i]Amanda Dunfrey/I]
Andre Braugher ....Brent Norton]


Konu: Kuvvetli bir fırtına sonrası meydana gelen sis, tüm kasabayı kaplar. Bu yoğun siste ortaya çıkarak, insanları yiyerek beslenen yaratıkların varlığından haberdar olan insanlar, süpermarketin içinde kapana kısılmış durumdalardır.
Bu tedirgin bekleyiş esnasında süpermarketin içindeki insanlar ikiye ayrılır, bazıları intikamcı bir tanrının bu yaratıklara hükmederek insanları kurban etmeyi emrettiğine inanırken, bazıları buna inanmaz.
Stephen King'in uzun bir hikayesinden yola çıkarak çekilmiş bu film, oldukça gerilim dolu saatler geçireceğimizi vaadeder gibi...


Yorumum:
Daha önce The Mist'i okumuştum ve okurken inanılmaz keyif almıştım. Bence Stephen King'in en iyi uzun öykülerinden biri.
Filme gelince böylesine güzel bir öyküyü Frank Darabont'un çekeceğini duyunca çok heyecanlanmıştım.
Zira en iyi Stephen King uyarlamalarına imza atan yönetmenlerden biri.. (Bkz. Esaretin Bedeli ve Yeşil Yol)
Açıkçası fanatik bir şekilde King hayranı olduğum için en kötü uyarlama bile benim için iyidir.
Ama bu filmi baz alırsak tek eksi yönü filmin biraz uzun tutulması.
Filmedeki atmosfer harika idi. Özellikle ufacık bir mekanda yaşanan o fanik güzel bir şekilde yansıtılmış.

Filmin sonu o çalan müzikle birlikte tam bir müthiş final oluyor kanımca.
Şimdi spoiler vermeyim ama sırf o sonu için bile bir kez daha izlerim.

Birde deli kadın rolünde olan o İncil manyağı kadın ise süper bir şeklide işelnmiş.
Onun dışında bana göre tek eksi filmin biraz uzun olması.
Ama gayet başarılı bir uyarlama kanımca.
Gerçi 1408'i daha başarılı sanki bu uyarlamadan.. ;A



IMDB Puanı: 7.6
Beyazperde Puanı: 7.4


Filmden Kareler







Life of Brian

Life of Brian



Yönetmen: Terry Jones
Senaryo: Graham Chapman, John Cleese
Tür: Komedi

Oyuncular-Karakterler
==============
Graham Chapman ....Wise Man #2/Brian Cohen/Biggus Dickus

John Cleese ....Wise Man #1/Reg/Jewish Official/Centurion/Deadly Dirk/Arthur

Terry Gilliam ....Man Even Further Forward/Revolutionary/Jailer/Blood & Thunder Prophet/Frank/Audience Member/Crucifee

Eric Idle ....Mr. Cheeky/Stan (Loretta)/Harry the Haggler/Culprit Woman/Warris/Intensely Dull Youth/Jailer's Assistant/Otto/Lead Singer Crucifee


Konu: İngiliz komedisinin prensesinden belkide en çok tartışmaya yol açan filmi Brian'ın Hayatı, İsa'yla aynı gece doğan köylü bir çocuğun uzun hikayesini anlatıyor. Hayatları kesiştikçe kahkalar yükseliyor.
İzlerken kahkahaya boğulacağınız enfes bir komedi.

Harika..

Monty Python'dan yine süper ötesi bir komedi.

Göndermeler, kara mizah anlayışı tam anlamı ile dört dörtlük.

İzlerken büyük keyfi alacaksınız.

Gizli Dosyalar (X-Files)

Gizli Dosyalar (X-Files)



Yönetmen: Rob Bowman
Senaryo: Frank Spotnitz , Chris Carter
Görüntü Yönetmeni: Ward Russell
Müzik: Mark Snow
Yapım: 1998, ABD , 121 dk.
Tür: Bilim Kurgu / Macera

Oyuncular-Karakterler
==============
David Duchovny ....Special Agent Fox Mulder
Gillian Anderson ....Special Agent Dana Scully
John Neville ....The Well-Manicured Man
William B. Davis ....The Cigarette-Smoking Man
Martin Landau ....Alvin Kurtzweil, MD
Mitch Pileggi ....Assistant Director Walter Skinner


Konu: Washington'da dönen ve tüm dünyadan gizlenen bazı oyunlar, Texas'ın kurak topraklarından, Antartika'nın buzullarına kadar tüm Amerika'da geliştirilen bir takım gizli araştırmalar, Londra'nın çok gizli toplantı salonlarında tartışılmaktadır ve bu araştırmaların arkasında gömülü olan gerçekler Mulder ve Scully'i yalanlardan daha çok rahatsız etmektedir.

Filmin bağlantılı olduğu The X-Files serisinin gözde oyuncuları David Duchovny ve Gillian Anderson filmde de başrolleri paylaşıyorlar. Yönetmenliğini Rob Bowman'ın yaptığı filmin senaryosu Chris Carter ve Frank Spotniz'e ait. Filmin diğer oyuncuları ise Ed Wood filmindeki rolü ile Oscar alan oyuncu Martin Landau ve Oscar’a aday gösterilen, Shine ve Avalon filmlerinden tanıdığımız Armin Mueller-Stahl.

1993 sonbaharında Chris Carter'ın yarattığı dizi, hayatları ve maceraları ile iki FBI ajanının para-normal, doğa üstü olayların ve açıklanamayan olayların peşindeki nefes kesici maceraları ile TV izleyicisine tanıtıldı. Dizi henüz ikinci sezonunda yayında olan tüm dizilerin ratinglerini geçerek En İyi TV Drama dalında Altın Küre ve Emmy Ödülü aldı. Üçüncü sezon boyunca ise 18-49 yaş arasındaki TV izleyicileri arasında üçüncü sırada yer aldı.
Geçtiğimiz 5 yıl içinde sayısız TV Ödülüne layık görülen dizi Amerika'da olduğu kadar yurt dışında da çok büyük ilgi gören bir fenomen haline geldi. Dizinin gözü kara FBI ajanı Fox Mulder'ı canlandıran David Duchovny ise asla diziye başlarken böyle bir ilgi ile karşılaşacağını ummamıştı. Dizi de ilk zamanlarda sadece çözülemeyen UFO ve yaratıklar hakkındaydı. Oysa ki her geçen gün dizinin konuları genişledikçe hem izleyici sayısı ve hayranı hem de yelpazesi genişledi ve çeşitlilik kazandı. Dizinin diğer oyuncusu olan Gillian Anderson ise filmde de başrolü arkadaşı ile paylaşmaya devam ediyor. İki karakter arasında olanlar platonik bir aşktan, gergin iş arkadaşlığına uzanan mükemmel bir ilişki. Bir tarafta çok güçlü, akıllı, özgür ruhlu Dana Scully diğer tarafta ise herkesin kahramanı olan Fox Mulder var. Tüm farklılıklarına rağmen ikisi de birbirlerine eşitler. Bir araya geldiklerinde elele zorlu durumların içinden çıkabilmek için iş birliği yapıyorlar. Bu işbirliği filmde de devam ediyor.

IMDB Puanı: 6.7
Beyazperde Puanı:
8.7



..:X-FİLES NEDİR:...

FBI'da yüksek fizikten, şeytana tapanlara, gözü dönmüş şiddet tarikatlarından, uzaylıların istilasına dek karanlıkta kalmış ve 'açıklanamaz 'olarak nitelendirilen bütün dosyalara X-Files adı verilir. Olaylara yaklaşımları farklı iki FBI ajanı Dana Scully ve Fox Mulder günümüz Amerika'sında çözülmemiş bu en gizemli dosyaları araştırmaktadırlar.

X-Files adı verilen bu dosyaları araştıran FBI ajanlarının maceraları yıllardan beri birçok ülke televizyonunda heyecanla seyredilmektedir. Dizi Amerika'da ilk kez 10 Eylül 1993 yılında başlamış ve halen devam etmektedir. Dizinin Amerika'da 8. Sezon bölümleri oynamaktadır.Dizinin ayrıca FIGHT THE FUTURE adlı birde sinema filmi çekilmiştir.. X-Files işlediği konulara getirdiği gerçekçi yaklaşımı sayesinde bir çok ödül de kazanmıştır. Tabii ki bu ödüllerin kazanılmasında dizi oyuncularınında ve dizi yazarı Chris Carter'ında büyük bir katkısı bulunmuştur.

Dizinin dünya çapında oldukça büyük bir hayran kitlesi bulunmaktadır. Dizi ile ilgili materyaller (kitaplar, t-shirtler, şapkalar, cd'ler, posterler vb.) özellikle yurt dışında oldukça çok alıcı bulmaktadır. Ayrıca bir çok hayranın x-files ile ilgili web sayfası bulunmaktadır. Ve bu web sayfalarının sayısı oldukça fazladır. Internet'teki herhangi bir arama motoruna girip X-Files yazdığınızda bunu açıkça görebilirsiniz.

The X-Files, Türkiye'de 1998 yaz aylarında 'Gizli Dosyalar' adıyla TGRT ekranlarında yayınlanmaya başlamış, 7. sezona kadar devam etmiş ve 2003'te yayın hakları CNBC-e'ye geçmiştir. CNBC-e kanalında Pazar günleri 21:00'da ekrana gelmekte olan dizinin yayınına ilk sezondan başlanmıştır. 7. sezonun 2005 yılında ekranlara gelmesi beklenmektedir. Türkiye'de ilk yayınlandığı yıllarda yeteri kadar tanıtımının yapılmaması, bölümlerinin oldukça geç saatlerde ve düzensiz yayınlanması gibi nedenlerden ülkemizde gereken ilgiyi görememiş olsa da The X Files, CNBC-e'de yayınlanmaya başladığından beri daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşmaya başlamıştır.


THE TRUTH IS OUT THERE
(Gerçek orada bir yerlerde)

Yeni Robotlar

Bruce Willis'in rol alacağı bilim kurgu projesinin oyuncu kadrosu güzelleşiyor...

(4 Nisan 2008) Bağımsız çizgi roman dünyasının önemli yayınevlerinden Top Shelf Comix'in The Surrogates adını taşıyan kült grafik romanının beyazperdeye sıçradığını daha önce yazmıştık.

Jonathan Mostow'ın çekeceği filmin oyuncu kadrosuna, Radha Mitchell ve Rosamund Pike katıldı. Oyuncuların nasıl bir role sahip olacakları henüz belli değil.

The Surrogates, Philip K. Dick'in eserlerini anımsatan son derece çarpıcı bir öyküye sahip. Herkesin evinden çıkmadan robotlar aracılığı ile yaşama katıldığı geleceğin dünyasında (post internet çağı) bir polis ilk defa evinden çıkmaya karar veriyor.

Kahraman polisi de Bruce Willis canlandırıyor.

27. Uluslararası İstanbul Film Festivali!

İstanbul için film festivali zamanı. Kataloglar çoktan çıktı, biletler satışta. Sinefiller ise her zaman olduğu gibi bilet yarışında! Beyazperde bu yıl da festivalin kimlik kartını çıkardı, festivalin bölümlerini ve öne çıkan filmleri inceledi. "Bu filmler kaçmaz" demeden önce, Ayşegül Kesirli'nin hazırladığı geniş dosyayı kaçırmayın!




Adı: 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali

Doğum Yılı: 1982

Adresi: Beyoğlu Beyoğlu, Emek, Atlas, Fitaş ve Kadıköy Rexx Sinemaları

Karakteri: Gelenekselleşmiş, Köklü, Zamana Ayak Uyduran, Capcanlı

Mevsimi: Yıllardır sinemaseverlerin ‘baharın habercisi’ olarak adlandırdıkları Uluslararası İstanbul Film Festivali, bu sene 5–20 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek.


En Sevilen Yönleri: Uluslararası İstanbul Film Festivali, sinemaseverleri kolay kolay hayal kırıklığına uğratmayan bir etkinlik. Sinema dünyasındaki en son haberleri programına yansıtmaktan çekinmeyen festival, aynı zamanda politik ve sosyal çalkantılara karşı duyarlı tavrını da koruyor. Böylelikle her yıl sinemaseverlerin takdirini ve sevgisini kazanıyor.


Eleştirdiği Konular: Festivalin gelenekselleşmiş bölümlerinden “NTV Belgeseller Kuşağı” ve “Sinemada İnsan Hakları” bu yıl da yurtiçinde ve yurtdışında gerçekleşen birçok politik ve sosyal tartışmayı gündemimize taşıyor.

New York’un varoşlarında ergenliğinin ilk yıllarını yaşayan Alejandro’nun yaşamını gözler önüne seren “Küçük Çırak”, Handan İpekçi’nin namus cinayetlerini eleştiren filmi “Saklı Yüzler,” teröristlerin boynuna patlayıcı dolu bir kolye asmalarıyla canlı bombaya dönüşen bir annenin dramını anlatan “PVC–1” festival izleyicilerinin dikkatini insana karşı işlenen en korkutucu suçlara çekiyor.

Yıllardır süren Amerikan işgaline karşı mücadele veren Irak’ın dramını dile getiren “Hadisa İçin Savaş,” “Kabil’in İşareti,” “Savaş Provası” ve “Gece Otobüsü” ise sinemaseverleri savaş halinin ürpertici gerçekliğiyle yüz yüze getiren en çarpıcı filmler.

Bu yıl dünya gündemini sarsan dehşet verici olayları bir de düşmanın bakış açısından göstermeyi amaçlayan festival, eski Gestapo komutanı Klaus Barbie’nin hikayesine odaklanan “Düşmanımın Düşmanı” ve Çakal Carlos, Magdalena Kopp gibi teröristlerin yanı sıra Klaus Barbie’nin avukatlığını da üstlenmiş bir ceza avukatının öyküsüne odaklanan “Terörün Avukatı” filmiyle güncel tartışmalara farklı bir boyut getiriyor.

Festival, programına geçtiğimiz yıllarda dahil edilen “Kadının Adı Var” bölümü ise kadın karakterlerin ve aktrislerin başlarından geçen enteresan öyküler aracılığıyla kadının farklı toplumlardaki yerini araştırıyor. Bu bölümün en iddialı filmlerinden “Güneşli Kent,” 60. Cannes Film Festivali’nde başrol oyuncusu Jeon Do-yeon’a En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandırdığı için ayrıca merak edilmekte. Başrolünde 91 yaşındaki ünlü Polonyalı aktris Danuta Szaflarska’nın yer aldığı “Ölmek Zamanı” ve Julio Medem imzalı “Kaotik Ana” ise “Kadının Adı Var” bölümünün heyecanla beklenen diğer filmleri.

En Popüler Filmleri: Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin “Akbank Galaları” bölümünde toplanan en popüler filmleri bu yıl da büyük ilgi görecek gibi görünüyor. “Makinist” filmiyle adını hafızalarımıza kazıyan Brad Anderson’ın son filmi “Sibirya Ekspresi,” Denys Arcand imzalı “Karanlığın Gölgesinde,” Scarlett Johansson, Natalie Portman ve Eric Bana’nın başrollerinde yer aldığı “Boleyn Kızı” ve Berlin Film Festivali’nde adını duyuran Isabel Coixet yönetmenliğindeki “Aşkın Peşinde” festivalin en çok konuşulan filmleri arasında.

“Akbank Galaları” bölümünde yer alan diğer filmlerden Cate Blanchett’e Oscar adaylığı getiren “I’m Not There,” Michael Haneke’nin en ürpertici filmlerinden “Ölümcül Oyunlar”ın aynı adlı Amerikan versiyonu, Tamara Jenkins’in bol ödüllü son filmi “Savage Ailesi” ve Sean Penn’in yönetmenliğini üstlendiği “Into the Wild” programın diğer gözdeleri. Festivalde “Uluslararası Yarışma”da yer alan Michel Gondry’nin son filmi “Lütfen Başa Sarın,” “Amerikan Bağımsızları” bölümünün esaslı çalışmalarından Wes Anderson imzalı “The Darjeeling Limited” ve Jean-Pierre Jeunet’nin sağ kolu diyebileceğimiz ünlü sinemacı Marc Caro’nun son filmi “Dante 01” festivalde izleyici akınına uğrayacak yapımlar arasında.

En İddialı Filmleri: Dünya festivallerinde adını duyurmuş etkileyici filmler, bu yıl da Uluslararası İstanbul Film Festivali programındaki en iddialı çalışmaları oluşturuyorlar. Özellikle 60. Cannes Film Festivali’nde büyük ödül için yarışan “Güneşli Kent,” Carlos Reygadas yönetmenliğindeki “Sessiz Işık,” Alexander Sokurov’un son çalışması “Alexandra” ve Christophe Honore imzalı “Aşk Şarkıları” bu yıl festivalde Cannes rüzgarı estiren en iddialı yapımlar. Diğer yandan usta yönetmen Peter Greenaway’in son filmi “Gece Bekçisi,” Ken Loach’un Venedik Film Festivali’nde En İyi Senaryo ve Mansiyon Ödülü’nü kucakladığı yeni çalışması “İşte Özgür Dünya,” Çinli sinema duayeni Hou Hsiao-hsien imzalı “Kırmızı Balonun Yolculuğu” ve Nikita Mikhalkov’un ödüllü filmi “12” de bu yılki festivalin gözdeleri arasında.


Ünlü Amerikalı yazar Paul Auster’ın yönetmenliğini üstlendiği “Martin Frost’un İç Dünyası” ve Paul Auster’la yaptığı ortaklıklarla dikkat çeken Hong Kong’lu yönetmen Wayne Wang imzalı “Nebraska Prensesi” ve “Bin Yıllık Hayır Duası” ise festival programındaki en ilgi çekici çalışmalardan. Diğer yandan her sene zengin Türk Filmleri seçkisi ile bizleri vizyon salonlarında kaçırdığımız ya da izleme imkanı bulamadığımız Türk filmleriyle buluşturan festival, bu yıl da birbirinden etkileyici yapımlarla dolu.

Programda yer alan “Yumurta,” “Ulak” ve “Ara” gibi çok konuşulan yapımların yanında Seyfi Teoman yönetmenliğindeki “Tatil Kitabı,” Uygar Asan’ın ikinci uzun metraj filmi “Kabuk,” Hüseyin Karabey imzalı “Gitmek,” ünlü ressam Mehmet Güreli’nin yönetmenliğini üstlendiği “Gölge” ve Mehmet Güleryüz’ün son çalışması “Havar” festivalin en iddialı Türk yapımları. Geçtiğimiz yıllarda “Mürekkep Balığı ve Balina” filmiyle sinemaseverleri kendisine bağlayan Noah Baumbach’ın yeni filmi “Kız Kardeşim Evleniyor,” Krzysztof Piesiewicz’nin yazdığı “Umut,” Makedonya’nın 2008 Oscar adayı “Gölgeler,” Takashi Miike’nin enteresan westerni “Düello” festivalin diğer iddialı filmleri.

Gizli Cevherleri: Bu seneki Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin programında keşfedilmeyi bekleyen gizli cevherlerin başında geçtiğimiz yıllarda “Napola” isimli ilk uzun metraj filmiyle dikkatleri üzerine çeken Alman yönetmen Dennis Gansel’in yeni filmi “Tehlikeli Oyun” yer alıyor. Festivalin “Amerikan Bağımsızları”na ayırdığı özel bölümde bulunan Gregg Araki imzalı “Duman Altı,” Frank Capra, Billy Wilder ve Preston Sturges komedilerini hatırlattığı söylenen “Striptiz Hikayeleri” ve Amerika’yı sarsan korkunç bir cinayetten esinlenerek çekilen “Bir Amerikan Suçu” da ilgiyle izlenecek yapımlar arasında.

Rolf de Heer’in enteresan bilimkurgusu “Dr. Plonk,” “Eğitmenler” filmiyle adından bahsettiren Hans Weingartner’ın yeni filmi “Her Şey Rating İçin” ve Larry Clark’ın “Kids” filminin senaryosunda imzası bulunan Harmony Korine’in yönetmenliğini üstlendiği “Mister Lonely” de festivalin keşfedilmeyi bekleyen en parlak cevherlerinden. 60. Cannes Film Festivali’nde Altın Kamera Ödülü’nün sahibi olan “Denizanası,” yapımcılığını Fatih Akın’ın şirketi Corazon’ın üstlendiği “Chiko,” yönetmenlik koltuğunda John Sayles’in yer aldığı “Honeydripper” ve üç engelli rock müzisyeninin hikayesini anlatan “Eski Davulcu” ise ilginizi hak eden yapımlardan sadece bazıları.

Özel Bölümleri: Uluslararası İstanbul Film Festivali, bu yıl da özel bölümlerinde hem son bir yılda kaybettiğimiz sinemacıları anıyor hem de hala dimdik ayakta duran usta sinemacıların yeni filmlerini kucaklıyor. Festivalin “Yıllara Meydan Okuyanlar” adını verdiği bölümde Claude Chabrol, Manoel De Oliveira, Jacques Rivette, Eric Rohmer, Carlos Saura, Andrzej Wajda ve Ermanno Olmi gibi usta isimlerin son filmlerine yer veriliyor. Orhan Aksoy, Michelangelo Antonioni, Ingmar Bergman, Deborah Kerr, Alain Robbe-Grillet, Michel Serrault, Edward Yang ve Artun Yeres gibi son bir yılda kaybettiğimiz değerli sinemacılardan bazıları da “Anılarına” bölümünde farklı filmleriyle uğurlanmaktalar.


Festivalin Ekrem Bora, İzzet Günay ve Ediz Hun’a verdiği “Sinema Onur Ödülleri” kapsamında ise “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu,” “Vesikalı Yarim” ve “Hıçkırık” filmleri gösterilmekte. Diğer yandan SİYAD’ın 40 yıldır süregelen geleneksel seçimlerinde En İyi Film olarak belirlenen iki unutulmaz filmi anmayı ihmal etmeyen festival kapsamında, Francis Ford Coppola yönetmenliğindeki “Apocalypse Now” ve Ömer Kavur’un unutulmaz filmi “Anayurt Oteli” gösterilecek.

Yeni Adetleri: Festival programın yeni bölümleri arasında belki de en çarpıcı olanı dünyanın siyasi ve kültürel tarihinin seyrini değiştiren bir döneme odaklanan “’68 ve Mirası.” Lindsay Anderson’ın bir İngiliz okulundaki ayaklanmayı gözler önüne serdiği “Eğer…,” Antonioni’nin radikal Marksist sınıf arkadaşlarını yüz üstü bırakan Mark’ın hikayesini anlattığı “Zabriskie Noktası,” “Alman Sonbaharı,” Jean Luc Godard imzalı “Her Şey Yolunda,” Alejandro Jodorowsky’nin başyapıtlarından “Köstebek” ve yaklaşık dört saat süren ’68 belgeseli “Büyük Geceler ve Küçük Sabahlar” bu bölümün en ilgi çekici yapımları. Bu yıl ilk kez karşımıza çıkan “Kafkaslar’dan Akdeniz’e” bölümünde yer alan bol ödüllü Tunus yapımı “Balıklı Bulgur” ve Ürdün filmi “Kaptan Ebu Rayid” ise festival izleyicisinin büyük ilgisini çekecek gibi görünüyor.

Gelenekselleşmiş Bölümleri: “Dünya Festivallerinden” iddialı yapımların, “Genç Ustalar”ın cüretkar filmlerinin ve farklı bölümlerde boy gösteren sinema klasiklerinin vazgeçilmez olduğu festival programı her yıl birbirinden ilginç belgesellere de kucak açıyor. Bu yılki belgesel kuşağında yer alan en merak edilen çalışma Julian Schnabel’in yönetmenliğini üstlendiği “Berlin.” Martin Scorsese’nin Rolling Stones belgeseli “Shine a Light” ise festivalin gözdelerinden. Avangard sinemacı Derek Jarman’ı ele alan “Derek” ve efsanevi müzisyen Patti Smith’in bizzat anlatıcılığını üstlendiği “Patti Smith: Dream of Life” da bu yılki festivalin en etkileyici belgeselleri arasında.

Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin merakla beklenen bölümlerinden “Canlandırma Sineması” ise bu yıl Oscar’lı yönetmen Alexandr Petrov’u konuk ediyor. “Çocuk Mönüsü”nde bulunan merak uyandırıcı animasyon “Max’in Macerası” ve çocuklar için oldukça ilham verici bir çalışma gibi gözüken “Çocuk Yönetmen” ise küçük festivalcilerle buluşmayı bekliyor.

Misafirleri: İtalyan sinemasının efsanevi aktrislerinden Claudia Cardinale’in konuk olacağı festival, bu sene daha birçok sinemacının birebir katılımıyla renklenecek. Usta yönetmen Milos Forman’ın kendisine ayrılan bölümde sadece filmleriyle selamlayacağı sinemaseverleri özel bölümde ağırlanan bir diğer sinemacı olan Marc Caro, bizzat kendisi karşılayacak. Alexander Sokurov’un da film gösteriminden sonra izleyicilerle buluşacağı festivalde, Tony Gatlif, Michael Ballhaus, Bent Hamer ve Abderrahmane Sissako ise jüri üyeliği yapacak.


Fon Müziği: Festival bu yıl da, birçok etkinlikle iyice renkli bir sima kazanıyor. “I’m Not There” filminden ilham alan “Bob Dylan Yorumları” konseri festivalin en popüler etkinliğiyken, “’68 ve Mirası” bölümüne apayrı bir hava katacak olan “’68 Havaları” partisi sinemaseverlere keyifli bir gece vaat ediyor. Michelangelo Antonioni’nin unutulmaz filmi “L’Avventura”dan karelerin yer aldığı sergi ve ünlü sinemacılarla gerçekleştirilecek olan ‘sinema dersleri’ ise kaçırılmaması gereken etkinlikler arasında.

Ayşegül Kesirli (http://beyazperde.mynet.com/sinemasa...?id=4178&smt=0)

3 Nisan 2008 Perşembe

Sinemanın ilk seri katili!

Beyaz perdede ilk "seri katil" kim biliyor musunuz?

Sinema tarihinin ilk seri katili Charlie Chaplin...

"Monsieur Verdoux" adlı filmde bir seri katili canlandırarak, sinema tarihinde bir ilke daha imza attı büyük usta.

Hepimizin sessiz filmleriyle tanıdığımız, hayranı olduğumuz "Şarlo" , bu filmde bir seri katili canlandırarak, oyunculuğunun ne denli başarılı olduğunu göstermiştir!

Sinemanın ilk seri katili!

‘Atatürk’ Filmi Projesi

‘Atatürk’ün yazdığı senaryo, Biray Dalkıran’ın yönetmenliğinde film oluyor.

Ata'ya layık bir senaryo bulunamadığı için 50 yıldır yapılamayan 'Atatürk' filmi; Ulu Önder'in ölmeden bir yıl önce Türkiye'nin ilk sinemacılarından Münir Hayri Egeli ile birlikte yazdığı senaryoyla çekilecek.

Türkiye Sivil Toplum Kuruluşları Konfederasyonu'nun öncülüğünde başlatılan proje; Ata'nın manevi kızı Ülkü Adatepe, Atatürk araştırmacısı ve yazar İlknur G. Kalıpçı ve Prof. Ercan Çitlioğlu'nun desteğiyle gündeme getirildi. Orjinalinin 'Milli Kütüphane'de bulunduğu belirtilen ve Atatürk'ün, Münir Hayri Egeli ile birlikte yazdığı 137 sayfalık senaryo; direkt olarak filme uyarlanacak. Ata'nın yazdığı senaryoda, yaşadığı dört ayrı gönül ilişkisi de yer alacak.

'Atatürk' filmi projesini, Sümer Ezgü'nün Ata'yı canlandırdığı 'Sarı Zeybek' kısa belgeselini çeken ekip hazırlayacak. Projenin yapımcılığı ve yönetmenliğini Biray Dalkıran üstlenecek. Film için 10 kişilik 'bilim kurulu' oluşturulacak; 81 ilin sivil toplum kuruluşlarının desteği alınacak.

Atatürk'ün vasiyeti olan bu filmi çekmenin kendisi için şeref olduğunu dile getiren Biray Dalkıran, 'Biz ön provayı 'Sarı Zeybek' filminde yaptık. Kostüm, makyaj, dönem atmosferi konusunda ekibimizi test ettik' dedi.

Dalkıran, şu bilgileri verdi: 'Filmde; Ata'nın sanata bakışı, duyguları, savaş sahnelerindeki hisleri yer alacak. Önümüzde uzun ve zor bir süreç var. Ata'nın 137 sayfalık senaryosuna bağlı kalmak zorundayız. Bir vasiyeti gerçekleştirmek için elimizden geleni yapacağız. Atatürk'ün kötü bir senaryo yazmasına imkan yok çünkü; mucize bir adamdan bahsediyoruz. O dönemi çekeceğimiz için senaryoyu günümüzün diline çevirme çabası da olmayacak.

'Atatürk' filminin çekilmesine öncülük eden Türkiye Sivil Toplum Kuruluşları Konfederasyonu Başkanı Hasan Ekşi, maliyetle ilgili şunları söyledi: 'Öngördüğümüz maliyet, 8-10 milyon dolar. Normalde çok daha yükseğe çıkması gerekiyor ama sponsorlarımız destek verecek. Hükümet, Genelkurmay ve Valiliklere de destek için başvuracağız.'

Ataturk-Filmi-Projesi

2 Nisan 2008 Çarşamba

Bob Marley’nin hayatı film oluyor

Genç yaşta kanserden ölen Marley’nin hayat hikayesini anlatan ilk filmin yapımcıları arasında sanatçının eşi Rita Marley de yer alacak.

Reggae müziğini Jamaika sınırları dışına taşıyarak efsaneleşen Bob Marley’nin yaşam öyküsü beyazperdeye taşınıyor.

Sinema sektörü yayın organı Hollywoodreporter’ın haberine göre, Bob Marley’nin yaşam öyküsünü içeren filmle ilgili hazırlıklar, sanatçının eşi Rita Marley’nin gözetiminde başladı.

Filmin, Bob Marley’nin yaşam öyküsünün yanı sıra, Rita-Bob Marley çiftinin nasıl tanıştığını ve yaşadıkları aşkı da beyazperdeye taşıması hedefleniyor. Başrol oyuncularının seçilmesi ile ilgili ayrıntıları planlamaya başlayan Rita Marley, bir bölümü Jamaika’da çekilecek yapımda ünlü müzisyenin gençliğini ve sonraki yıllarını iki farklı aktörün canlandırmasını düşünüyor. Filmde, müzisyenin orijinal parçalarının düzenlemeleri kullanılacak.

TORUNU VE GELİNİ DE FİLMDE...
Rita Marley’nin yapımcıları arasında yer alacağı filmde Marley ailesinin diğer fertlerinin de rol alması planlanıyor.

Rita Marley, filmde kendisini canlandırması için ailenin ünlü ferdi Lauryn Hill’i düşünüyor. Bob Marley’nin dördüncü oğlu olan Rohan Marley’nin eşi rap şarkıcısı, albüm prodüktörü ve oyuncu Hill ile temasa geçen Rita Marley, sanatçıdan yanıt bekliyor. Marley, filmde eşinin gençlik yıllarını da torunu Stefan’ın canlandırmasını düşünüyor.

Marley, yapımın prodüksiyonunu, 2004 yılında gerçekleştirilen “No Woman No Cry: Bob Marley ile Hayatım” adlı otobiyografide birlikte çalıştığı The Weinstein Co. ile birlikte yürütecek.

Rita Marley, filmin oyuncularının henüz belirlenmediğini belirterek, “Lauryn’in beni canlandıracak en ideal kişi olduğunu düşünüyorum” dedi. Hill’in, Bob Marley’nin eski eşi Janet Hunt ile evliliğinden olan Rohan Marley ile evli olduğunu ifade eden Marley, “Çünkü Lauryn benim hayatımı da yakından biliyor” sözleriyle efsane müzisyeninin gelininin filmde rol alması yönündeki isteğini dile getirdi.

Filmin çekimlerine gelecek yıl başlanması, 2009 yılında seyirciyle buluşması planlanıyor.

Tanınmış yönetmen Martin Scorsese’nin hazırladığı, Bob Marley’ye ilişkin bir belgeselin de sanatçının 65. yaş günü olan 6 Şubat 2010 tarihinde gösterime girmesi planlanıyor.

http://www.ntvmsnbc.com/news/437942.asp

Inland Empire

Inland Empire



Yönetmen: David Lynch
Senaryo: David Lynch
Müzik: : Angelo Badalamenti, David Lynch
Yapım: 2006, ABD/Polonya , 180 dk.
Tür: Gizem / Drama

Oyuncular-Karakterler
==============
Laura Dern ....Nikki Grace/Susan Blue
Jeremy Irons ....Kingsley Stewart
Justin Theroux ....Devon Berk/Billy Side
Harry Dean Stanton ....Freddie Howard
Peter J. Lucas ....Piotrek Król


Konu:David Lynch yeni filminde Los Angeles'ın dışında bulunan Inland Empire'da bir kadını gizemli, garip olayların içine sokuyor.
Yönetmen sahneleri çekimlerden önce yazdığınıda hatırlatmak isteriz..


Yorumum;

Bu film için ne söylenebilir ki.
David LYNCH zirve yapmış resmen.
Lost Highway, Mulholland Çıkmazı derken bu film ile resmen zirve yapıyor.
Sizi koca bir hayal dünyasının içine çekiyor; sürrealizm, imgeler ve bulmacalar ile dolu bir başyapıt.

Filmi bir kez izledim ama bir kez daha izleyeceğim. Film bittikten sonra garip bir tat kalıyor ağızda. Her ne kadar birşey anlamasanızda..

Lakin ondan öte filmde David LYNCH yönetmen olarakta zirve yapıyor.
Yaşayan en büyük ve en usta yönetmen olduğunu kanıtlıyor bize.
Işık kulllanımı, kamera kullanımı ve muazzam çekimler.
Özellikle makro çekim tekniği ile beni benden aldı.

Ayrıca bir çok eleştirmen tarafından tam not aldığınıda eklemeden edemeyeceğim..

Ek olarak şu replik çok güzel..
Örneğin bugün, yarın olsaydı ödemeniz gereken bir faturayı hatırlamıyor olacaktınız.
Her yapılanın bir sonucu vardır.






Third Man

Third Man



Yönetmen:
Carol Reed

Senaryo: Graham Greene
Görüntü: Robert Krasker
Müzik: Anton Karas
Oyuncular: Joseph Cotten, Orson Welles, Alida Valli, Trevor Howard, Bernard Lee, Paul Hörbiger, Ernst Deutsch, Wilfrid Hyde White
Ödüller: En ıyi Görüntü Yönetmeni Oscar, En İyİ İngiliz Filmi BAFTA Ödülleri Büyük Ödül Cannes


Kara Film ( film-noir ) denilince akla ilk gelen başyapıtlardan biri. Joseph Cotten, Orson Welles'ın oyunculukları taktire şayandır.
Basit gibi başlayıp muazzam bir senaryo ve kurguya dönüşen ve ışık kulalnımı dile parmak ısırtan mükemmel bir film.
Filmdeki ışık ve kamera kullanımı bence şimdiki bir çok filmden üst düzeyde.
Zaten bunu "EN iyi Görüntü Yönetmeni" ödülünü alarak perçinlemiş..
Ayrıca filmin sonundaki kovalamacı sahnesi nefes tam anlamı ile filmi doruk noktasına çıkarıp nefesleri kesiyor.
Filmin 1949 yapımı olması belki çoğu kişiye itici gelebilir ama şuanki zamana kadar izlediğim en doyurucu film idi.
Bir film için illa renkli olması yada efekt olmasına luzüm olmadığını gözler önüne seren bir yapım.
Birde Orson Welles filmde kendi rolündeki replikleri bizza kendi kaleme almış.












detays...

“Çingeneler Zamanı” tiyatro sahnesinde!

Paris’te "Palais de Congres" de sahnelenen "Çingeneler Zamanı" operası, Emir Kusturica’nın 1988 yapımı filminde işlediği, “küçük insanların aşk, ihanet ve suç etrafında dönen büyük öyküsünü” bu defa sahnede anlatıyor.

Emir Kusturica’nın adını sinema dünyasına yazdıran filmi “Çingeneler Zamanı”, “fantastik, çingene, punk-operaya” dönüşmüş haliyle sahnelendiği Paris’te, yıllar sonra yine büyük ilgi toplamayı başardı.

Kusturica, filmi sahneye uyarlamanın “büyük bir sirk yaratmaya benzediğini” belirtiyor. Ünlü yönetmen, 20 yıl önce yaptığı filminin romantik öyküsünün anlamını hiç kaybetmediğini düşünüyor. Kusturica’ya göre, “Doğu-Batı, zengin-fakir gibi farklı dünyaların çelişkisini konu alan hikaye, bugün her zamankinden daha geçerli.”

Çingene genç Perhan’ın hüzünlü öyküsünü anlatan “Çingeneler Zamanı” operasında, sahnedeki onlarca müzisyene akrobatlar, jonglörler ve tek tekerlekli bisiklete binen cambazlar eşlik ediyor. Operada rol alanların büyük çoğunluğu filmde de olduğu gibi profesyonel olmayan kişiler. Eserin bütün şarkıları Romanca, ancak alt yazılar seyirciye yardımcı oluyor.

Kusturica, uyarlama yaparken karşısına çıkan en büyük sorunun “sahnenin kendisi” olduğunu belirtiyor. Sahneyi önce “nasıl dolduracağını şaşırdığını” söyleyen yönetmen, “Ancak bunu yapmak zorundaydım. Aksi durumda, önünüzde duran o koca boşluk tarafından yutulursunuz” diye konuştu.

“Çingeneler Zamanı”nın “hayli şenlikli” operası, Sırbistan ve Yunanistan’da sahnelendikten sonra, Latin Amerika ve Asya ülkelerini de ziyaret edecek.

http://www.sinema.com/makale/1-6222/cingeneler-zamani-tiyatro-sahnesinde

Korkusuz Kâmil!

Türkiye'nin ilk süperkahramanı için hazırlıklar başladı. Yapım 2010 yılında sinemalarda...

(1 Nisan 2008) Korku filmleri, absürd kahramanlar derken, Türkiye'nin ilk süper kahramanı da yola çıkmaya hazırlanıyor. Plajyolu Film'in hazırladığı projenin yönetmenliğini, yardımcı yönetmen ve kısa filmci Levent Özçiftçi üstleniyor. Projenin senaryosu ise "Atılgan" yazı grubuna ait.

Oyuncuları henüz belli olmayan proje, Korkusuz Kâmil'in serüvenlerini anlatacak. Küçük yaşlarda bir hastalık geçirdikten sonra zayıf düşen kahraman, yemek yedikçe güç kazandığını ve hatta süper güçlere sahip olduğunu keşfediyor.

Kiloları nedeniyle asosyal bir hayat süren, bir reklam ajansında metin yazarı olarak çalışan Kâmil, yemeklerin verdiği gücü, toplumda adalet sağlamak için kullanmaya başlıyor. İstanbul'un büyük çetelerinin üzerine giden kahraman, yemek bulabildiği her yerde kötüleri ezmeyi başarıyor.

Filmin, yemek bağımlısı kahramanına rağmen, dengeli beslenme konusunda da mesajlar vereceği söyleniyor. Hemen hatırlatalım, film 1 Nisan 2010'da sinemalarda!

http://beyazperde.mynet.com/haber.asp?id=10739

X-Files 2'nin Poster ve Fragmanı..

Allam uzun zamandır nette olmayıp X-Files 2'yi araştırınca gördüklerim karşısında hooppbidi hooppbidi oynayasım geldi.. :D

Efendim öncelikle x-Files 2'nin mühteşem bir posteri düşmüş nete.
Offical mı bilemiyorum ama harika bir poster olmuş.. :)



Bu mudur.. ?
BUDUR... :o

Bu da o efsane ve kült yapımın fragmanı efendim.
Özellikle ortalarında X-Files'in müziği çalıyor ki o anda tüylerim diken diken oldu.. :o



Ayrıca fragamnın sonunda izleyenlerin alkış ve coşkusuna dikkat etmek istiyorum..

Persepolis'in Bize Sundukları...

"dinle! ahlak dersi vermeyi sevmem, ama sana her zaman yardımcı olacak bir öğüt vereceğim. hayatta karşına pek çok aptal çıkacak. eğer seni incitirlerse, kendi kendine onları kötülük yapmaya itenin aptallıkları olduğunu söyle. böylece onların kötülüklerine cevap vermekten kurtulabilirsin. çünkü dünyada hınç ve intikamdan daha kötü bir şey yoktur. kendine karşı daima dürüst ol!"



İran asıllı Marjane Satrapi’nin çizgi romanından beyazperdeye aktarılan siyah-beyaz bir animasyon.
Belki de animasyon demek çok zor bu yapım için. O kadar başarılı ki izledikten sonra sanki animasyondan öte gerçekleri görmüş, yaşamış ve tatmış gibi oluyorsunuz.
Çizimler, anlatım her şey o kadar başarılı ki animasyonun her karesi adeta poster yapılıp odaya konacak cinsten.

Animasyon kabaca 8 yaşındaki Marjane’ın gözünden ve yaşamından kesitler sunarak bize İran İslam Devrim’ini ve bunun sonucunda yaşanılan zorlukları anlatıyor.
Ancak animasyon o kadar dolu ve o kadar mesaj içeriyor ki her repliğinde ve her karesinde ayrı bir mesaj, ayrı bir güzellik var.
Filmde aşk, özgürlük, insanların inandıkları değerler uğrunda neler yapabilecekleri vs. her şey ufak ufak dikte edilmiş adeta.



Özellikle animasyonda bir bayan olmanın zorluğu ve bir bayanın hayata karşı tutunma çabası harika şekilde ekrana taşınmış.
Özellikle İran Devrim’inden sonra burada yaşayan bayanların yaşadığı o zulmü ve zorlukları çok iyi dile getirmiş.

Aşk temasını da unutmamışlar. Kısa ama öz olarak dile getirmişler.
Özellikle Marjane sevgilisi ile yerde yatarken “adeta tek vücut olmuştuk” sözünün arkasından sevgilisinin sigarayı çekmesi ve ardından Marjane’ın sigarayı üflemesi sahnesi olağanüstü idi.
Beklide aşkın en duru halini tek karede araya sıkıştırıp anlatmış oldu bu güzel animasyon.

Ve yine özellikle insanların ideolojileri uğruna, özgürlükleri uğruna eler yapabileceğini çok güzel anlatmış.
İnandıkları değerler uğruna gözünü kırpmadan ölmeyi, özgürlüğü için ölümü yok sayıp boyun eğmemeyi ve savaşmayı güzel yansıtmış.
Yine devrim yapıp sözde inandıkları değerleri koruyacam diyen devrim muhafızları ile varolan bir replik tam anlamı ile beni mest etti; “Küstahlar ama ideolojileri yok” harika idi. :)

Filmde İran-Irak savaşına ve bunun sonucunda halkın çektiği acıların boyutuna da değinilmiş.
Ama asıl güzel olan yine bu savaşın arkasında Batı’nın olduğu ve sırf silah satmak için iki ülkeyi bir birine tokuşturduğunu çok güzel bir şekilde dile getirmiş.



Kısacası "ya dışındasındır çemberin, ya da içinde yer alacaksın" sözleri bu film için uygun olur sanırsam.
Ya çemberin dışında olup özgürlüğümüz için, inandıklarımız için, ideolojimiz için savaşacağız ya da tüm bunlardan vazgeçip ruhumuzu, özgürlüğümüzden ödün verip çemberin içine gireceğiz ve boyun eğeceğiz. :)

Son olarak filmin soundtrackleri ise süper. Mutlaka dinlenmeli ve arşive katmalı. Filmin büyüsüne cuk outurmuş bu güzel müzikler.

Aslında her karesini, repliğini tek tek anlatmak lazım.
Ama daha fazlasını size saklamak lazım. Yani anlayacağınız mutlaka izlenmeli ve her karesinden ders çıkarılması gereken bir yapım olmuş. (ki Filmekibinde biletleri bir kaç saat içinde tükenmişti yanılmıyorsam. :) Neyse ki artık vizyonda)


detays - 29.10.2007

"Perfume - The Story Of A Murderer" Üstüne...





Dikkat!!! İzlemeyenler İçin SPOİLER


Patrick Süskind’in romanından Tom Tykwer’ın sinemaya uyarladığı bir film Perfume: The Story of a Murderer…
Romandaki anlatım ve tasvirlerden dolayı Kubrick üstat bile bu roman için “Sinemaya Çevirilemez” demiş.

Ancak Tom Tykwer kendini işine vermiş ve muazzam bir eser ortaya çıkarmış.
Sinemaya uyarlanması bu kadar zor imgeleri ve uyarlanması bu kadar zor bir romanı sinemaya başarılı bir şekilde yansıtmış Tom Tykwer.
Oyuncu seçimi çok başarılı. Zaten filmde oyuncuların performansı gayet iyi.

Ayrıca Grenouille canlandıran oyuncu fazla konuşmasa bile vücut hareketleri ve mimikleri ile adeta konuşuyordu film boyunca.

Grenouille pislik içinde büyüyen ve annesinin ölüme terk ettiği bir bebek olarak dünyaya geliyor.
Ama bu bebeğin ağlaması ile etraftaki kalabalığın dikkatini çekiyor ve bunun üzerine annesi bebeği ölüme terk ettiği için ölümle cezalandırılıyor.



Grenouille ise doğuştan gelen muazzam bir yeteneği var; her türlü kokuya karşı diğer insanlar hatta hayvanlara göre inanılmaz hassas.

Grenouille zorlu bir hayat geçirdikten sonra fark ettiği bir gerçek yüzüne tokat gibi çarpıyor adeta.
Kendi kokusunun olmadığının farkına varıyor ve bu yüzden kendini bir hiç olarak görüyor.
İnsanların onu asla fark etmediğini düşünüyor.

Giuseppe Baldini'in yanına kalfa olarak işe başlamadan önce aptal bir insan olarak zihnimize yerleşen Grenouille'in aslında o kadar aptal olmadığını görüyoruz.
Nitekim yaptığı onca eşssiz parfümlerden sonra Giuseppe Baldini'dan ona ait tüm sırları kendisine öğretmesini istiyor.

Grenouille bu sırlarıf öğrendikten sonra mükemmel kokuyu yaratmak için 13 kadını öldürüyor.
İzlerken Grenouille’yı haksız bulup vahşi nitelendirmesi yaparken o bizi büyüleyen sonu gördükten sonra tüm bu düşünceleriniz adeta siliniyor.
Grenouille bu cinayetler sonunda mükemmel kokusuna ulaşmış oluyordu.
“Amaca giden her yol mübahtır” sözü akla geliyor ve ister istemez Grenouille yaptığı caniliği unutuyorsunuz.



Filmin kurgusu ve senaryo çok güzel. Mesela en başında kir, pas ve köhne bir ortamda başlarken ve insan ister istemez tiksinirken filmin sonunda aksi bir sahne ile devam edip sizi derinden etkileyebiliyor.

Özellikle atmosfer sizi tam onikiden vuruyor.
Hayatın zorluğu, kirli ve köhne mekanlar, kıyafetler bütünü ile zamanı yansıtıyor size.
Gerçek dünyadan kopup 1700’lü yıllara yolculuk ediyorsunuz adeta.
Birde buna kaliteli müzikler eklenince film doyumsuz bir hal alıyor.

Filmin sonundaki o kilit sahnede adeta büyüleniyorsunuz.
Suratınızda bir tebessüm, gülümseme ve müthiş bir haz ile sahneyi izliyorsunuz sindire sindire ve sizi öyle bir sarıyor ki izlerken sanki o kokuyu duyacak gibi oluyorsunuz. 
Açıkçası uzun zamandan sonra ilk defa bir film beni bu kadar etkiledi.


detays 13/08/2007

Bir Dehanın Öyküsü: Charlie Chaplin



Sinemaya gönül vermiş ve sinema ile ilgisi olan bir çok kişi Charlie Chaplin'in ne kadar büyük bir insan olduğunu mutlaka biliyordur.
O'nun yaptığı bir çok film şimdiye bile ışık tuttuğu, bir çok yönetmenin kendine örnek edindiği bir üstat, bir deha.

Fötr şapkasıyla, bastonuyla ve paytak yürüyüşü ile efsaneleşen ve gönüllere taht kuran bir çok kişinin çocukluk kahramanı.
O'nu bir çok kişi sadece oyuncu sıfatıyla tanıyor. Halbuki Charlie Chaplin sadece oyuncu olamayacak kadar deha bir insandı.
Oyuncu, yönetmen, senarist ve filmin müzikleriyle bile kendi uğraşan bir deha idi.

Filmleri zamanı için ( 1920 ve 1930'lar.. ) kalıpları aşmış yapıtlardı.
Bir çok filminde toplumsal olayları irdeleyen, politik mesajlar veren ama bunu yaparken sıkmayan aksine sizi kahkahalara boğarken düşündüren bir usta idi kendisi.
Sessiz sinemanın en büyük öncülerinden biri idi ve filmleri sessiz olmasına rağmen izlerken sizi sıkmayan aksine defalarca izleten bir büyüye sahip idi.

Mesela Modern Times filmi.



Sanayileşmeye yapılan en ağır eleştiri. İnsanların makineleşmeye başlamasına ve birer koyun gibi güdülmesine daha onlarca yıl önceden yapılan harika eleştiri ve hiciv.
1936 yılında yapılmasına rağmen günümüzde hala güncelliğini ve harikalığını koruyan bir eser.
Sinemanın sadece efekt ve teknolojiden ibaret olmadığını bizlere görsel olarak sunan ve düşündürüp güldüren nadide filmlerden biri.


City Lights efsanesi.



Sizi filmin sonuna kadar kahkahalara boğan ama filmin sonunda sizi duygulandıran kült filmlerden biri.
Bir insanın sevdiği biri için yapacağı tüm fedakarlıkları muhteşem bir üslupla anlatmış Charlie Chaplin'in en önemli eserlerinden biri.
Kemal Sunal'ın En Büyük Şaban filminin konusu bu filmden alıntı idi.

Ve The Great Dictator filmi.



Belkide Charlie Chaplin en ünlü ve eleştirisi ile en sert filmlerinden biri.
Charlie Chaplin'in Nazi Almanyası ve Hitler ile dalga geçtiği ve bir çok politik gondermede bulunduğu ama bunu yaparken yine sizi kahkahaya boğmayı bilen eşsiz ve bir o kadarda cesur bir yapımdı.
Ayrıca bu filmin sonundaki Charlie Chaplin'in konuşması tam anlamı ile müthiştir.
Spoiler olmaması açısından isteyenler bu konuşmaya şuradan ulaşabilirler:
Ses/Diktator/Charlie Chaplin

Gerçi Charlie Chaplin'in filmleri sadece bu 3 filmden ibaret değil.
Bunların dışında bir çok başyapıtı var ama Charlie Chaplin denince akla gelen ve Charlie Chaplin'in dehasını gözler önüne sunan yapımların başında geliyor.

Charlie Chaplin hakkında şehir efsanesine dönmüş bir hikaye var.
O zamanlarda sık sık düzenlenen Charlie Chaplin benzerleri yarışmasına Charlie Chaplin'de katılmış ve 3.olmuş.
Gerçi kimi kaynaklara göre 2., kimine göre ise hiç dereceye girememiş.

Yine o donemde ekonomik sıkıntı ve çöküş varken Charlie Chaplin arabasına bineceği sırada bir grup insanın ondan imza istemesi üzerine Charlie Chaplin'in “Keşke benden imza değil de para isteselerdi..” gibi bir sözü varmış.
Sırf bu hareketi ile müthiş bir deha olmasının ötesinde harika bir insan olduğunu da gözler önüne
sermiş Charlie Chaplin.

Amerikan vatandaşlığına geçmediği için hakkında bir çok olumsuz karalama haberi çıkan ama buna aldırış etmeyip önce İngiltere ve sonra İsviçre'ye giden Charlie Chaplin tekrar Amerika'ya dönmesinin nedeni ise “Sinemaya yaptığı olağanüstü katkılardan” dolayı aldığı [B]onur ödülü oscarı[/B] içindi. Bu ödül töreninde salonda 5 dakika boyunca ayakta alkışlanması ise onun ne kadar büyük bir sinemacı olduğunu gözler önüne seriyor.
Ayrıca Charlie Chaplin'nin Sir ünvanı aldığınıda eklemeden edemeyeceğim.
Charlie Chaplin 25 Aralık 1977'de uykusunda ölüme yenik düşerek arkasında bir çok başyapıt ve gelecek kuşak sinemacıları için bir çok örnek alınası eserler bıraktı.

Eğer hala bu üstadın ve dahinin filmleri ile tanışmadıysanız hala geç değil.
Bir çok kişi siyah beyaz filmlere ya da 1960,1950 ve geri tarihteki filmlere ön yargı ile bakar.
Ama sizi temin ederim ki Charlie Chaplin'in bu eserleri sizin ön yargınızı kırmakla kalmayacak bugüne kadar izlemediğiniz için hayıflanmanıza ve belki de utanmanıza neden olacaktır.


detays/02-07-2007

Recep İvedik Denen Skeç Bozması Film Üstüne

Efendim bildiğiniz üzere şu an vizyonda olan "Recep İvedik" filmi gişe rekorları kırıyor.
Ki 2.haftasında 2 milyona yakın bir izleyici bu filmi seyretmiş.
Açıkçası bu kadar kişinin izleyeceğini sanmıyordum ama yanılmışım yine.

Bir şovdan kotarılmış bir skeç çok tutunca sırf gişe umudu ve rating için sinemaya aktarılınca demek ki böyle oluyormuş.
Açıkçası ben bu Recep İvedik skecini bile beğenmez ve bunu izleyenleri "ahaaha, abi süper ötesi ya, ahuhauha" diye salya akıtıp gülerken hep şaşkınlıkla bakmıştım.
Levent Kırca ile büyüyüp Olacak O O Kadar ekolüne tanıklık ettiğimden midir bilemem ama bu skeçteki saçma sapan espriler(ki espri demek bile hata) beni hiç güldürmüyordu.
Zaten espri yoktu. Varolan bir kıro karakteri evire çevire “hiper kıro” yapmışlar ve bu adamın saçmalıkları, iğrençlikleri komedi diye ortaya çıkmış.

Ama burası Türkiye. Burada sinema sanat için değil para için, rating için ve popülerlik için yapılıyor.
Ki bu filmde bunun kanıtı. Filmde sanat adına, sinema öğesi adına zerre katkı yok.
Haa filmi izlemedim, fırsat bulursam izleyeceğim. Ama TV'lerde olsun, nette olsun gördüğüm uzun tanıtımlar ve izleyenlerin bir çoğunun yorumundan sonra bu kanaate vardım.
Hoş zaten bu filmden bir kanaate varmak için izlemek pekte gerekli değil.

İzleyenlerin yorumu, bir çok sinemacının yazısından anladığım kadarı ile bir çok bünyeyi bayan ya da sıkan küfürlü sahneler ve o kıro karakterin saçma sapan iğrenç hareketlerine gülüyormuş millet.
Zaten AKP'li bir bakan bu küfür olayına kafayı takmıştı hatırlarsanız. Haa onca şey varken kafayı buna takmasını doğru bulmuyorum ama az da olsa haklı.
Espri adına, sanat adına, sinema adına zerre kırıntı olmayan bu saçma yapım bu denli argo ile ve bir karakterin saçma sapan tavırları ile sürüyorsa

Hep diyorum Türk Sineması bizim bir yere gelemez. Ki bu son örnek tam bir kanıtı.
Böylesine saçma sapan bir filmi(inanın film demek bile içimden gelmiyor) 2 milyon kişi izliyorsa diyecek söz yok.

Akabinde hemen vizyona daha önce girmiş bir çok Türk Filmine
bakıyorum.


Ulak; 500 bin
120; 300 bin
Kabadayı; 2 milyon
Beyaz Melek; 2milyon


Türk Sineması adına büyük yol kateden bu filmleri bakın kaç kişi izlemiş.
Arada 1 milyonu geçen rakamlar var sevindirici ama gönül isterdi ki bu saçma İvedik filmine 2 haftada 2 milyon kişi gideceğine Ulak'a ya da 120'e 2 haftada 2 milyon kişi gitsin.

Şimdi bu kadar tuttu ise vardır izleyenlerin bir bildiği ya da beğenmedi isen izleme ya da eleştiri yapma diyenler olabilir. Veya ben izledim güldüm benim için yeterli diyenlerde olabilir.
Ama işte yeterli değil bu. Sinemaya zerre katkısı olmayan bir yapımı eleştirmek doğal olarak sinemaya gönül veren ve sinemanın gelişmesini isteyen herkesin hakkıdır kanımca.
Nihayetinde İvedik gibi filmler tutacağına yapacağımız bir “BilimKurgu” veya “KaraFilm” tarzında yapımlar bu kadar izlense yerli yapımcılarda cesaretlenip daha cesur işlere imza atabilirler.